Demokrasinin Tehlikeleri
- Bora Erkal
- 28 Mar 2022
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Nis 2022
Demokrasi, efendi ve kölelerin kan kardeşliğidir. - Friedrich Nietzsche
Günümüz itibarı ile geldiğimiz nokta tam da budur: Kan emicilerle şuursuz kurbanların meşrulaştırılmış ortaklığı.
Demokrasi, sınıflı toplumlarda, ilk olarak da eski Yunan’da ortaya çıkmış bir olgudur. Anlamı ise, herkesin eşit değil, herkesin gücü oranında temsil edilmesidir. Güçler arasındaki denge bozulduğunda, yönetimler şirketleşir ve diktatörleşir. Tam bağımsızlık bir hedef olmaktan çıkar çünkü uluslararası ilişkiler ve yaptırımlar artık bağımsız devletler arasındaki hukuka göre değil, şirketler arasındaki ticari ilişkilere göre düzenlenir. Bu durumda, tam bağımsızlık için, demokrasinin yeniden tanımlanması ve sistemin yeniden düzenlenmesi, hayati öneme sahip bir mecburiyettir.
Demokrasi fikri ilk ortaya çıktığında Sokrates bu fikri hiç benimsemediği gibi şiddetle karşı çıkmıştır. Hatta Platon’un yazılarından da anlaşılan, idamının sebebi bile demokrasiye karşı oluşudur.
Rivayet odur ki, bir gün yine öğrencileriyle sohbet ederken bir öğrencisi Sokrates’e sorar:
Demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir? Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde elli bir kişinin kararına uymak mı daha adil ve doğru olur yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı? Hem daha çok insanın daha az insana kıyasla yanılma ihtimali de daha azdır, bu yüzden demokrasiye karşı çıkmanız yanlış değil midir?
Bunun üzerine Sokrates her zaman olduğu gibi soru cevap yöntemini kullanır…
Sokrates: Bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı?
Öğrenci: Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak, araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için hiçbir şey yapmaya gerek yoktur.
Sokrates: Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur yoksa bilge insanların sayısı mı?
Öğrenci: Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı daha fazla olur.
Sokrates: Peki bize yine söyler misin bir gemide yüz yolcu bulunsa geminin nerede, nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir yoksa o yüz yolcu mu ?
Öğrenci: Eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa elbette en iyi bilen kaptandır.
Sokrates: O halde herkes her konuda karar veremez, herkes bildiği yerde konuşmalı ve her iş ehline verilmeli diyebilir miyiz? Kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden, sadece çoğunluk oldukları için, çoğunluğun kararını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi?
19. yy. itibarı ile sanayi toplumlarına geçiş sürecinde egemen olan pazar ekonomisi, krallık ve padişahlık benzeri tek merkezli yönetimlerin yıkılmasına sebep olmuş, yerine, güç odaklarının gücü paylaşabildikleri yeni bir kurumsal düzeni dayatmıştır. Bu düzen zaman içerisinde şirketleşerek, ulusun menfaatlerinden çok şirketlerin menfaatlerini öne çıkartmıştır. Şirketlerin başındaki güç odakları, erki paylaşabilecekleri şekilde, adaletsizliği ve haksız kazançlarını daha da meşrulaştırabilmek adına, eşitlik ve özgürlük söylemlerinden yola çıkarak, sunulanların içinden seçme zorunluluğu ile halkın yönetime dahil olduğu ve kendi kendini yönettiği yanılsamasını kullandıkları bir kısır döngüyü en adil yönetim şekli olarak yutturmuşlardır. Ekonomik refahı yüksek olanlar ayrıcalıklı bir sınıf haline gelerek daha da güçlenmiştir. Bu dönüşümde halk, kaderine razı gelen, razı gelmeyenlerinse bir şekilde susturulduğu, kandırılmış, uyuşturulmuş ve bu yüzden de uyanması ve bilinçlenmesi istenmeyen, emeğinden, etinden, sütünden faydalanılan bir sürü, pazar tezgahlarında sunulan mal haline gelmiştir. Kaos, korku yönetimi, baskı ve yandaş medya bu düzenin korunmasında en etkili silahlardır.
Çağın gereklerine göre devşirilen demokrasilerde, ayırım sadece bilgelik ve cehalet arasında değildir. Azınlıkların hiçbir şekilde söz hakkı kalmamıştır. Toplumun çoğu dinen sömürülen insanlardan oluşuyorsa, yönetenler din tüccarıdır. Ekonomik düzen bozulduysa, yolsuzlar yönetir. Ahlak erozyonu varsa, yönetenler arsızdır; yalancı, hırsız, sahtekar ve şerefsizler alır oy çoğunluğunu ve hemen hemen tüm yöneticilerin ortak özelliği sosyopat olmalarıdır. İktidar ve muhalefetten oluşan şirketleşmiş devletler ve devletin imkanları güçler oranında pay edilir; aralarındaki tüm çatışma da aslında bu paylaşım üzerinedir. Hepsi birden demokrasinin en ateşli savunucularıdırlar. Herkesin oy vermesini isterler. Çünkü oy verenleri kendilerine inandırmak için nasıl kandıracaklarını çok iyi bilirler. Özgürlük, eşitlik, halkın kendi kendini yönetmesi iddiaları sadece süslü bir boyadır. Aksini iddia eden ya gerçeği göremeyecek kadar körleşmiş ya da gerçeği saklamak istiyor demektir.
Sağlamasını yapmak için bir sorun kendinize, mevcut iktidarı ve muhalefeti ile, bizi kimler yönetiyor?
Demokrasinin tehlikeleri ve yaşadığımız rezalet aşikarken, mevcut sistemi eleştirmekle, kurucularımıza ve en başta Atatürk’e dil uzattığımı iddia edenlere gelirsek…onlar en büyük Atatürk rozetini taşımakla en Atatürkçü olduklarına inananlardır; benim nazarımda onlar da Atatürkçülük tüccarlarıdır. Sanıyor musunuz ki Atatürk, emperyalistlerin uşağı haline geldiğimizi görmek isterdi? Bunu asla istemeyeceğinin en büyük kanıtlarından biri değil midir hala anlamadığımız Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi?
İlelebet muhafaza ve müdafaa edeceğimiz Türk İstiklali ve Türk Cumhuriyeti için, İnkilapçılık ilkesini, daha güncel ifade ile Devrimcilik ya da Dönüşümcülük ilkesini ne çabuk unuttuk?
Ya da daha ne kadar sürecek bu derin uyku?
Comments