Faili Meçhul Sebebi Malum
- Bora Erkal
- 22 May 2021
- 6 dakikada okunur
İnsan her yerde insandır. Özgürse sağlıklı düşünebilir, köleyse düşünemez. Düşünemeyince de hayvandan farkı kalmaz.
Güdülecek hayvanı olmayan çobanlık yapamaz, tam da bu yüzden, toplumları sömürmek isteyenlerin önce insanları hayvanlaştırıp sürüye dönüştürmesi gerekir.
Ekonomik güçlerini tükettiğinizde, baskı, şiddet ve korkuyla sindirdiğinizde insanların özgürlüklerini kısıtlarsınız, düşünemediklerinden hayvanlaşırlar, bir araya toplar sürü haline getirirsiniz, sonra neye isterseniz ona inandırırsınız ve zamanla nasıl köle olduklarını bile unuturlar, gönüllü esaretlerinde mutlu olabilmenin çabasına düşerler, siz de çobanlığınızın sefasını sürersiniz.
Birbirini hiç görmemiş ve tanımamış insanların birbirinden nefret etmesi ve birbirini katletmesi, çıkarları çatışan çobanlar yüzündendir. Bir sürüye diğer sürü düşman belletildiği, toplumların inançları ve değerleri, başlarındaki çobanların arzu ve isteklerine göre biçimlendirildiği içindir.
Dünya üzerindeki tüm insanlar gibi, İsrail’deki bir Yahudi de, Filistin’deki bir Müslüman da benim kardeşimdir, özünde insandır fakat ne yazık ki köledirler, özgür düşünebilmekten yoksundurlar, hayvanlaşmış, kin ve nefret tohumlarıyla beslenmişlerdir. Asıl kötü olan onlar değil, şirketleşmiş devletler ve de devletleşmiş şirketlerdir; bu emperyalist, bu sömürgeci, bu kan emici kurumların başındaki çobanlardır.
2 haftayı aşkındır hiçbir yazı çıkartamadım. Tıkandım kaldım. Biraz okumaya verdim kendimi. Okudukça da daha beter bir ruh haline büründüm.
Sevmiyorum karamsarlığı, umutsuzluğu. Yılgınlık veya pes etmek mizacımda yok fakat çaresizlik gerçekten zor. Kiminle nasıl mücadele edeceğini bilmediğinde, en aydın geçinenlerimizin bile beyinlerinin nasıl yıkandığını gördüğünde kilitleniyor insan.
Sadece 2 haftalık bir süreçte yaşananların konu başlıklarına bakıyorum da, hep aynı söylemlerle her seferinde başa dönmek, hep aynı değirmene karşı savaşmak ve bir arpa boyu yol kat edememek çok yorucu. Hep aynı değirmen diyorum zira, hep aynı oyuncular var perde arkasında.
Bize gösterilen ve ezberletilenlerin dışındakileri merak etmedikçe, sebep ve sonuç ilişkilerini sorgulamadıkça, akıl ve mantığımızı emanete bıraktığımız askılardan almadıkça, ne Ortadoğu’nun dinamiklerini, ne yeniden gün yüzüne çıkan mafya pisliklerini ne de sonu gelmez bir hastalık sürecindeki yönetim rezaletini anlayabiliriz.
“Neden yahu Netenyahu?”,
“Peker mi pekmez mi, soylusu bunu yemez mi?”,
“Aşılatsak da mı açsak, kapattıklarımızdan mı kaçsak?” benzeri, cevabını bile beklemediğimiz saçma sapan sorularla yaratılan gündemlerle devam ederiz derin uykumuza. Bir de utanmadan helallik isterler, merak ediyorum, hala gasp edilmemiş, helal edecek bir hakkımız kaldı mı?
Okuduklarımla yeni dünya düzenini tüm çıplaklığı ile görebildiğimi iddia edecek kadar bilgiçlik taslayamam ama oynanan oyun ve oyunun kuralları, sorguladıkça netleşiyor algısı açık olanlar için. Neredeyse tüm dünyada, işgal altındaki her ülkede, benzer örneklerle aynı film gösterimde.
Klasik savaşlarla, silahlı kuvvetlerle değil, finans kuvvetleri ile işgal ediliyor artık ülkeler. Ekonomik bağımsızlığını kaybeden her toplum, kendini yönetebilecek, geleceğine ve kaderine sahip çıkabilecek imkan ve kabiliyetten yoksun kalıyor. Bilinçsizce ve ne yazık ki kendi rızasıyla köleleşiyor.
Masaldan öteye geçmeyen sahte bir demokrasi ve mevcut seçim sistemleri, oyunu meşrulaştırmanın kurnazlığı olmuş, hastayı şuursuz bir halde uyutacak bir hap gibi yutturulmakta hepimize.
Gerçeği görüp de uyananlar, hatta diğerlerini de uyandırmak isteyenler yok mudur hiç? Sebebi malum cinayetlerin failleri neden hep meçhuldür? Düzeni tehdit edecek şekilde yükselen sesleri ya da işleyen çarka çomak sokanları susturmak da oyunun bir parçası değil midir?
Elbette asılsız iddialar ve komplo teorileri hep vardır. Hatta inanırım ki bu asılsız iddialar bile, gerçekleri saklamak isteyenlerce, zihinlerde bulanıklık yaratmak için ortaya sürülmektedir. Gerçekleri bile asılsızmış gibi, bir komplo teorisiymiş gibi göstermek için.
Bu yüzden, oynanan oyunları anlayabilmemiz, gerçek olanla olmayanı ayırt edebilmemiz için bir turnusol kağıdı gibidir faili meçhul, sebebi malum cinayetler ve tüm susturulanlar ya da konuşturulmayanlar.
Bizim topraklarımızda, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında uygulamaya konulan Marshall Planı’ndan bugüne, inandıkları ve savundukları için canlarını feda eden, katledilmiş onlarca değerli insanımızdan ilk akla gelenleri anarken, bu satırlara dahil edemediğim, bizleri aydınlatabilmek için kararan tüm hayatları bir kez daha şükranla anıyorum.
Çeşitli kaynaklardan alınarak düzenlenmiştir:
++++
Sabahattin Ali – 02 Nisan 1948
Aziz Nesin ile birlikte çıkardığı Markopaşa dergisindeki yazılarıyla dönemin siyasilerini topa tutmuştur. Atatürk’e hakaret ettiği öne sürülmüş, hakkında birçok dava açılmıştır. Adaletten yana ümidi kalmayan yazar, baskılara dayanamayıp yurt dışına çıkmaya niyetlense de, Bulgaristan sınırında kendisine rehberlik eden Ali Ertekin tarafından öldürülmüştür. Ali Ertekin, önce milliyetçi sebeplerle öldürdüğünü iddia ettiyse de, sonrasında MİT’den bazı isimlerin azmettirici olduğunu söylediğinde ortalık karışmış, cinayet dosyayı daha fazla kurcalanmadan kapatılmıştır.
Doğan Öz – 24 Mart 1978
Şehit edilen ilk savcımızdır. Evinin önünde, aracına binmek üzereyken katledilmiştir. Aşağıdaki satırlar, öldürülmeden evvel hazırladığı rapordan alıntıdır:
“Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek, onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.”
Hamit Fendoğlu - 17 Nisan 1978
Sağ-sol ve mezhep çatışmalarıyla geçen bir dönemde Malatya’nın belediye başkanı olan Hamit Fendoğlu, yakın arkadaşının isminin yazılı olduğu bir posta almış, makamında açamadığı kutuyu evine götürünce, bombalı paketle öldürülen ilk isim olmuştur. Maalesef gelini ve iki torunu da bu suikastın kurbanı olmuş, böylece Malatya ve çevre illerdeki mezhep çatışmalarına yeniden zemin hazırlanmıştır.
Abdi İpekçi - 1 Şubat 1979
Sorumluluk sahibi bu cesur gazetecimiz, darbeye ramak kala siyasi krizi çözmek adına Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’i buluşturmaya çalıştığı bir dönemde, İstanbul Teşvikiye’de bulunan evine 70 metre mesafede, kendi aracında silahlı saldırıya uğramıştır.
Cevat Yurdakul - 28 Eylül 1979
Kimin köşe başından çıkıp silahını ateşleyeceği, bu silahlardan çıkacak mermilerin kimi hedef alacağının bilinmediği yıllarda cinayete kurban giden ilk emniyet müdürümüzdür.
Sıkıyönetim ilan edilen 16 şehir arasında yer alan Adana’ya tayin olduktan sonra “Sol ya da sağ fark etmez. Eline silah alan, devlete karşı çıkan herkes cezasını çeker” diyen, aldığı tehditlere rağmen koruma polisi istemeyen Yurdakul, bölgedeki stokçuların da canını yakıp yasa dışı odakların belini bükünce, kayınpederiyle birlikte uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetmiştir.
Türkiye’nin en genç emniyet müdürünün şehit edilmesinden sonra, Adana ve pek çok yerde tepkiler büyümüştür. Polisler, amirleriyle birlikte cenaze günü oturma eylemi yapmış, katillerin bulunma çabalarını engelleyen yetkilileri halka şikayet etmiş ve hiç de şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, Yurdakul’un mesai arkadaşları, ya tutuklanmış ya da farklı yerlere sürülmüşlerdir.
Muammer Aksoy - 1 Şubat 1990
Bahriye Üçok, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı ve Münci Kapani ile birlikte Atatürkçü Düşünce Derneğini kuran Muammer Aksoy, başarılı geçen öğrenciliğinin ardından yüzünü akademik dünyaya çevirmiş, Cumhuriyet tarihinin önemli hukukçularından biri olmayı başarmıştır. Evinin önünde sağ şakağına ve göğsünün sağ tarafına isabet eden iki mermiyle öldürülmüştür.
Çetin Emeç - 7 Mart 1990
Gazeteciliğin örnek isimlerinden biri olmuş ve bu başarısının ödülünü, İstanbul Kadıköy’de başka bir araçla önü kesilen otomobilinde, şoförüyle birlikte öldürülerek almıştır.
Bahriye Üçok - 6 Ekim 1990
Atatürk’e, ilkelerine ve devrimlerine duyduğu saygıyı saklama gereği duymamıştır. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ilk kadın akademisyeni olan Üçok, “İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığı” yönündeki görüş ve tespitlerini savunmuştur. Tarihçi ve siyaset bilimci kimlikleriyle de dikkat çekince suikast listesine adını yazdırmaya hak kazanmış, evine gönderilen bomba saklanmış bir kitapla öldürülmüştür.
Uğur Mumcu - 24 Ocak 1993
Ölüm tehditlerine karşın halkı aydınlatma çabasından vazgeçmeyecek kadar idealist, irticai eylemlere meyilli siyasilerin devrim karşıtlığını ifşa edecek kadar cesur ve bu nedenlerle de perde arkasındaki odaklarca “Sakıncalı Piyade” olarak görülen bir gazetecimizdir.
Öldürüleceğini bildiği halde dosyalarını kapatmak bir yana her geçen gün daha da ileri gitmeye çalışan Mumcu, Ankara’daki evinin önünde bulunan aracının bombayla patlatılması sonucu katledilmiştir.
Ahmet Taner Kışlalı - 21 Ekim 1999
“Slogan Atatürkçülüğüne karşıyım” sözleriyle hafızalara kazınan ve toplumun kutuplaştırılmasının amaçlarını korkusuzca ortaya döken Ahmet Taner Kışlalı, kızı henüz 29 günlükken arabasının üstüne konulan bombalı paketle katledilmiştir.
Gaffar Okkan - 24 Ocak 2001
Görev sürecinde, Diyarbakır gibi bir bölgede, ilk kez, kadın polisler sokaklarda asayişin sağlanması için vazife almış, Hizbullah ve PKK gibi irticai ve bölücü terör yapılanmalarına göz açtırılmamıştır. Emniyet müdürü olarak, çalışmalarıyla kentin üzerindeki kara bulutları dağıtmayı başarmış, ancak yanındaki 5 koruma polisiyle birlikte pusuya düşürüldükleri Şehitlik mevkiinde katledilmiştir.
Necip Hablemitoğlu - 18 Aralık 2002
Atatürk Devrimleri üzerine akademik çalışmalarıyla tanınan tarihçi ve yazar Doç. Necip Hablemitoğlu, ölümünden bir süre önce Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetlerini incelemeye başlamış ve FETÖ’nün rahatsız olduğu bir başka isim olmuş, nitekim katledilmesinin ardından basılan “Köstebek” isimli kitabında da FETÖ’nün yapılanmasına mercek tutmuştur.
Hrant Dink - 19 Ocak 2007
Fransa’da parlamentonun, sözde Ermeni soykırımını görüşmek ve sürecin “soykırım” olarak tanınmasını sağlamak üzere hazırladığı tasarıya katılım için aldığı davete verdiği cevaptır: “Bu tasarı parlamentodan geçerse, oraya gider soykırım olmadığını söylerim”.
Tetikçi Ogün Samast tarafından Şişli’de işine giderken öldürülmüş, ölümünden sonra peş peşe gelen skandalların nasıl karanlık bir sarmalla bütünleştiğinin gözler önüne serilmesine vesile olmuştur.
++++
Ölümün çaresi henüz bulunabilmiş değilken, er ya da geç hepimiz ölecekken, ölümden korkarak yaşamak, doğruları savunamadan susmak, “kral çıplak” diyememek, yaşarken ölmek demektir.
Yukarıda isimlerini andığım insanlarsa, öldükten sonra bile hatırlanabilenler, fikirleriyle ve savunduklarıyla hala var olabilenlerdir.
Yaşadıklarımıza isyan eden savcılarımıza, bizleri korkuyla sindirenlerin oyunlarını bozan tıp hekimlerimize, konuşturulmayan bilim insanlarımıza, henüz hayattalarken kulak verelim lütfen. Akılla, mantıkla, şüpheyle sorgulayabilmeyi öğrenelim.
Tüm bu insanların savunduklarını anlayabilmek, fikirlerini tartışabilmek, bizim için görev olmalıdır. Oyunu görebilmek, uyanmak ve esaretten kurtulabilmek için. Başka canlar yanmasın diye.
Comments